Bursa’yı görmeden geçireceğim bir yılı kendi adıma yaşanmamış sayarım. Kalabalıklar içinde dinlenebilir, huzur bulabilir, kendisiyle başbaşa kalabilir mi insan? Bursa’da kalır. Öyle bir iklimi var ki bu şehrin insanı kendine getiriyor, özüne döndürüyor. Bursa, Evliyâ Çelebi’nin onun için söylediği iki kelimede gizli: Ruhâniyâtlı şehir!
Geçen hafta Bursa’daydım. Böylece bu yılı da yaşamış, doldurmuş oldum. Eskisi gibi yılın büyük bölümünü değil, aksine bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar gününü geçiriyorum bu şehirde. O yüzden dolu dolu gezmek, Bursa’ya kanmak istiyorum gittiğimde. Bursa’ya doymak mümkün olmasa da…
Salı akşamüstü Ulucamii’nin tazelenen yüzünü gördüm. Daha Bursa’daki öğrencilik yıllarımda (O yıllar ki 2003-2007 arasına tekabül eder) başlayan restorasyon çalışmaları nihayet bitmişti. Üsküp gibi Yıldırım Bâyezid Hân yâdigârı olan bu büyük mâbedi uzun bir aradan sonra tam hâliyle görebildim böylece.
Güneş artık gurûba kayarken Bursa’da günbatımının en iyi seyredileceği yerdeydim. Tophane’ye çıktığımda koca şehir ayaklarımın altındaydı ve güneş bu güzel şehrin arkasına saklanırken Bursa’nın yeşili gittikçe koyulaşıyor, gecenin siyahına bürünmek için hazırlık yapıyordu. Günbatımının ardından Tophane’den Altıparmak’a indim ve kalacağımız eve (abimin evi) gittik abimle beraber.
Ertesi sabah buluşacağım arkadaşın Gemlik’teki akrabasının yanında olduğunu öğrenince haber ediyorum: “Sen gelme, ben geliyorum. Kahvaltıyı Gemlik’te yaparız.” Gemlik’te de nice hatıralarım var çünkü. Buraya kadar gelip de ona uğramadan, Gemlik’e doğru denizi görmeden olur mu? Otobüs Gemlik’e varmak için son tepeyi aşarken gözlerim her zamanki gibi Orhan Veli’nin mısralarının yazılı olduğu tabelada:
“Gemliğe doğru denizi göreceksin;
Sakın şaşırma!”
Artık âşinâsı olduğum için şaşırmıyorum ama karşıma bir anda çıkan denizin ve dibindeki şehrin muhteşem görüntüsü her zamanki gibi büyülüyor beni. İşte Gemlik’teyim. Gemlik’te deniz kenarında bir zamanlar müdâvimi olduğum Gurup Aile Çay Bahçesi’nde kahvaltının ardından çaylarımı yudumlarken içimde bir yerlere gizlenmiş bin bir hatıra gözlerimin önünde. Ah hatıralar! Siz ne eşsiz bir hazinesiniz.
Sabahı Gemlik’te geçen günün akşamında Bursa’daki eşsiz öğrencilik yıllarını beraber yaşadığım nadide arkadaşım Tuğrul’un düğünü var. Benle birlikte Bursa’da beraber öğrencilik yaptığımız iki candan arkadaşım daha geldi düğün için. Sabah Gemlik’te buluştuğum arkadaşlarım Doğan ve Mustafa (nâm-ı diğer Çakır). Düğün’e kadar Yeşil ve Emir Sultan’a uğruyor, Ulu Camii’de tekrar müstesna demler yaşıyoruz. İçimde buruk kalan tek şey hâlâ bakım nedeniyle kapalı olan Yeşil Türbe’ye giremeyişim oluyor. Osmanlı’yı ikinci kez kuran koca hünkâr Çelebi Mehmed Han’ın kabri hâlâ nurla dolmaktadır ben göremesem de, eminim.
Akşam, Tuğrul’un düğünündeyiz. Biz onu görünce öyle mutlu oluyoruz ve o bizi görünce öyle seviniyor ki. İşte gerçek dostluk bu bakışlarda gizli. Dost bakışı, dost sıcaklığı… Aramızda ilk evlenen Tuğrul oluyor. Vay be Tuğrul diyoruz, seni – o tatlı, yer yer de uçukluğu seven ama bir o kadar da efendi aynı zamanda da tabii bir afacanlık taşıyan kardeşimizi – kaybettik demek! Ah be Bursa, keşke zaman iki sene önceki gibi dursa!.. Hayat boyu mutluluklar Tuğrulcuğum!
Ertesi gün ayrılış günü. Ama ayrılmadan önce 2-3 saatlik bir vaktimiz var. Bursa’ya gelmişken değerlendirmemek olur mu? İnkaya’daki 700 yıllık Çınar’da meyve tatlısı yemeyeli de o kadar zaman olmuşken… Çınar’a çıkıyoruz. Ulu Çınar, Osmanlı’nın miras bıraktığı ihtişamı ve yüceliği simgeliyor. Tophane’de olduğu gibi şehre yine tepeden bakıyoruz. Yahya Kemal İstanbul için “Bir Tepeden”, “Bir Başka Tepeden” adlı şiirleri yazmamış olsa belki de Bursa’nın bu iki tepesi için aynı isimde şiirler yazılırdı. Ama bu iki şehirde de birbirine benzer ve birbirini tamamlayan unsurları düşününce şairlere benzer duyguları ilham etmesine şaşmamak gerek.
…ve ayrılış. Kavurucu yazın rüya gibi iki günü geçti Bursa’da. Kalplerimiz hep onunla atıp dursa da bir daha ne zaman yürürüm bu yolları. Ya da Sezen Aksu’nun dediği gibi: “Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?” Yürürüm be Bursa, senin ikliminde olduktan sonra insanda heves olmaması düşünülebilir mi?
Bursa’da iki gün dediğime bakmayın! O iki gün dört senenin hatırasını da beraberinde getiren müstesna zamanlar benim için. Yemek yediği Lokanta’da ücret yerine garsonun resmini 1 dakikada çizen ressama yarım saat yemek yediğini 1 dakikada yapılan resmin bunu ödemeyeceğini söyleyen garsona tecrübeli sanatkârın “Hayır evlât, 60 yıl ve 1 dakika” demesi gibi. Sende bu yaz yaşadığım 2 gün değildir ey aziz Bursa! Bu yazın 4 sene ve 2 gününü sende geçirdimse Bursam, ömrüme dört güzel yıl katmışım demektir.
***
Not: Kıymetli okurlar! Bundan sonra yazılarımı Çarşamba günleri yayınlamayı düşünüyorum. Her Çarşamba Lâfistan’da buluşmak dileğiyle… Kandiliniz mübarek olsun!
Tags: bursa, Bursa gezisi, ruhâniyâtlı şehir